29 Ağustos 2014 Cuma

İslâm'ın zuhurundan önce Hicaz Arapları hiçbir devlet ve yönetime tâbi olmamıştı, o güne değin hiçbir siyasî düzen, kural ve teşkilatları bulunmamıştı. Bu nedenle de onların sosyal yaşamı, o dönemin Roma ve İran halklarının yaşamından çok farklıydı. Çünkü Araplara komşu olan bu iki beldede, ülkesinin dört bir yanını kanunlarla yöneten güçlü birer devlet düzeni vardı. Oysa Hicaz'da ve genel olarak bütün Arap Yarımadası'nın kuzeyinde ve merkezinde, şehirlerde bile bir devlet veya merkezi bir yönetim yoktu. Arapların sosyal esası kabileden ibaretti, sosyal ve siyasî sistemlerinin tamamı kabile sisteminde özetleniyordu ve bu sistem onların hayatının bütün boyutlarına yansımış durumdaydı. Bu düzende bireyin kimliği, sadece bir kabileye mensup olması hâlinde belirlilik kazanıyordu.
Sadece çöl bedevîlerinde değil, şehir Araplarında da kabile düzeni yaşamın yegane dokusu olarak göze çarpmadaydı. Bu bölgede her kabile tıpkı bağımsız bir ülke gibiydi, o dönemin kabileler arası ilişkilerini bugünkü devletlerin uluslararası dış ilişkilerine benzetmek mümkündür.
O dönem Arapları için "milliyet" ve "kavmiyet" kavramlarını din, dil ve tarih birliği gibi faktörler belirlemiyordu. Kabile, birkaç akraba ailenin toplamından ibaretti ve bireyleri yekdiğerine bağlayan yegane unsur akrabalık bağı ve aynı soydan gelmiş olmalarıydı, zira kabile bireyleri birbirlerini aynı soydan, aynı kandan bilirdi.[1]
Ailenin bir araya gelmesiyle çadır, çadırların bir araya gelmesiyle de kabile oluşurdu. Hatta Yahudiler gibi büyük kabile birliklerinin oluşması da kan bağı ve aynı soydan gelmiş olma (ırk) esasına dayanmaktaydı. Bu büyük gruplar çadırlarını birbirlerine yakın kurar, böylece nüfusu binlerce kişiye ulaşan kabileler oluşurdu; göç ederken de sürülerinin peşi sıra topluca hareket ederlerdi.[2]
 
[1]- Ahmed Emin, Fecru'l-İslâm, s.225 ve Abdulmun'im Macit, et-Tarihu's-Siyasî Li'd-Düveli'l-Arabiyye(Arap Devletleri Siyasi Tarihi), Kahire, 7. bas. 1982, s.48.
[2]- Karl B. age. s.5-6.
Kabilenin reisi ve temsilcisine "şeyh" denilirdi.[1] Şeyh genellikle kabilenin en yaşlısıydı; kabile reisliği bireyin büyük ve değerli bir insan ol-ması, tecrübe ve olgunluk, kabileyi savunmada gösterilen cesaret ve kah-ramanlık, kimi zamanda çok fazla servete sahip bulunma gibi kıstaslarla elde edilirdi.[2] Şeyh seçiminde cömertlik, cesaret, sabır, ağırbaşlılık, tevazu ve güzel konuşma gibi hasletlere itina gösterilip öncelik verilirdi.[3]
Kabile reisi savaş ve yargı gibi genel konularda müstebit davrana-mazdı, karar verilmesi gereken bu gibi konularda aile büyükleri ve kav-min ileri gelenlerinden oluşan heyetle müşaverede bulunup danışmak zorundaydı. Kabile reisini seçen de bu heyetti aslında, onlar memnun kaldığı sürece kabile reisi bu makamda kalabiliyordu.[4] Töre gereğince bütün kabile fertleri reise itaat etmek zorundaydı. Kabile reisi öldüğünde genellikle büyük oğlu onun yerini alır ya da onun özelliklerine sahip bulunan bir başka yaşlıya bu görev verilir veya özel bir kişilik ve liyakati olan biri reis seçilirdi.
İslâm dini kabile düzeniyle mücadele etmiş, bunu ortadan kaldırmıştır. Bu sistemin temelini teşkil eden ırk, soy ve kan gibi bağlara önem vermemiş, henüz gelişmekte olan genç İslâmî toplum en güçlü sosyal bağ olan "iman" ve "inanç birliği" esası üzerine kurulmuştur. Böylece "ortak kan bağı" yerine "ortak iman bağı"nı ikame ederek bütün müminleri kardeş olarak tanımlamıştır.[5] Arapların sosyal altyapısını köklü değişimlere uğratabilen gerçek işte budur.
 
[1]- Kabile şeyhine reis, emir, seyyid de denirdi. bk. Abdulmun'im, age. s.49
[2]- age.
[3]- Alusî, age. Tashih: Muhammed Behçet Esrâ, Kahire, Daru'l-Kütübi'l-Hadise, 3. bas, c.2, s.187.
[4]- P. Hitti, age. s.39.
[5]- Hucurat, 10.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder